Üzerinde
koyu yeşil enine çizgili
t-shirt olan ve ayağına, gri çoraplarını
sergileyen Mahmutpaşa işi 3.sınıf deri sandalet giyen adamım ben.
Her sabah
100 Yıl Mahallesindeki iki katlı gecekondumun ikinci katındaki köşesi rutubetli
odamda saat 6 gibi uyanırım. Üzerimdeki, önü sidikten sararmış haki renkli
eşofman altını çıkarıp kahverengi kumaş pantolonumu giyerim. Yüzümü falan
yıkamaya gerek duymam, ama her sabah hela taşının kenarında durup nalburdan
taksitle aldığım yuvarlak aynada kepçe kulaklarıma, övündüğüm badem bıyığıma ve
geniş alınlı suratıma bakar, kendimi çok beğenirim.
Sıska vücuduma sanki hiç değmiyormuş gibi duran hafif sararmış kolsuz atletimi çıkartmam, çünkü 4 günde bir atlet değiştirirsem giyecek atlet bulamam. Giysilerimde çeşit yoktur, her sabah ne giyeceğim diye fazla düşünmem. Sirkeci’deki alt geçitten 3 tanesi 20 liraya aldığım enine çizgili t-shirt’ümü giyip göğüs cebine uzun Viceroy ve mor ışıklı çakmağımı koyarım. Benim için günün en keyifli anı, 2 Gün önceden kalan son tarhanayı yarım ekmekle mideye indirip, mavi plastik ibrikli 1.5 metrekarelik helamda sabah sıçmamı yaptığım andır. Sabah keyfini bitirdikten sonra dün çıkarıp odanın köşesine attığım çoraplarımı itinayla ayağıma geçirir, dış kapının önünde çatlak betonda bekleyen sandaletlerimi ayağıma geçiririm.
Sıska vücuduma sanki hiç değmiyormuş gibi duran hafif sararmış kolsuz atletimi çıkartmam, çünkü 4 günde bir atlet değiştirirsem giyecek atlet bulamam. Giysilerimde çeşit yoktur, her sabah ne giyeceğim diye fazla düşünmem. Sirkeci’deki alt geçitten 3 tanesi 20 liraya aldığım enine çizgili t-shirt’ümü giyip göğüs cebine uzun Viceroy ve mor ışıklı çakmağımı koyarım. Benim için günün en keyifli anı, 2 Gün önceden kalan son tarhanayı yarım ekmekle mideye indirip, mavi plastik ibrikli 1.5 metrekarelik helamda sabah sıçmamı yaptığım andır. Sabah keyfini bitirdikten sonra dün çıkarıp odanın köşesine attığım çoraplarımı itinayla ayağıma geçirir, dış kapının önünde çatlak betonda bekleyen sandaletlerimi ayağıma geçiririm.
Dolmuşa
biner Şirinevler’e doğru yola koyulurum. Yolda canım sıkılır, hediye
kontörlerimi bitirmek için eşe dosta telefon açar bağıra bağıra konuşurum.
Arada HAAA!, hııııı, YOOK yoook gibi sesler çıkarıp konuşmamı herkese
duyururum. Bir yandan telefonla konuşurken bir yandan da inen binen kadınların götüne memesine bakar
hayallere dalarım. Şirinevler’e gelince telefonumu kemerimdeki cırt cırtlı kılıfa
koyup otobüs durağına doğru koşarım. Koşarım ama niye koştuğumu bilmem,
duraktaki otobüsün numarasına bakmam, sadece koşarım. Toz ve egzos kokulu
durakta en kalabalık noktaya yanaşırım çünkü orası durağın en şanslı yeridir.
Gelen geçen otobüsleri kollar, üzerinde Eminönü yazan ilk otobüsün kapısına
doğru hafif hafif hareketlenirim. Henüz hareket halindeki otobüsün kapısının
yanından öylece koşarken, kapı aralanınca içeri doğru atlayan ilk kişi
olma fikri beni mutlu eder. Otobüs en sonunda durur, kapısını açar ve ben ter
ve toz içinde içeriye atlayıp akbilimi basarım. Bulduğum en rahat yere oturur,
yanımda biri var mı yok mu, birisi de gelip yanıma oturur mu diye düşünmeden
bacaklarımı sonuna kadar açarım. Boşta kalan ellerimi apış arama koyar öylece
etrafı süzmeye başlarım.
Otobüs
Merter civarına geldiğince canım sıkılır, telefonumu çıkarır orasıyla burasıyla
oynamaya başlarım. Az sonra, sabah yediğim tarhananın dişimin arasına kaçan
sert parçalarını önce viyyc viyyc diye vakumlayarak çıkarmaya çalışırım.
Beceremezsem sağ elimi ağzıma sokar dişimi kurcalarım.
Çapa’dan
itibaren telefonu kılıfına koyar yol kenarındaki karıya kıza, sanki otobüsün
camından hiç gözükmüyormuşum gibi uzun
uzun bakarım. Nasıl olsa o kızlarla bir
daha asla görüşmeyeceğimi ve hiçbir şekilde irtibatım olmayacağını düşünerek göz göze geldiğimiz o 3 saniye içinde ona en
erkeksi bakışımla bakar adeta tecavüz ederim. Otobüs hareket ederken kızın da
aslında bu 3 saniyelik münasebetten keyif aldığını düşünür, kendimi avuturum.
Fındıkzade’den itibaren, alışverişe gelen Rus kadınları arar gözlerim yol
kenarında. Onlara daha pervasızca bakarım çünkü o ahlaksız gavurlar hak
etmiştir her türlü kirli fanteziyi. Otobüs
İSKİ’nin oradan Saraçhane’ye dönerken uykum gelir, yağlı kafamı cama dayar
Karaköy’e kadar hırıldayarak uyurum.
Eminönü’nün kalabalığını
severim. Otobüsten, tramvaydan inen insanların sağa sola koşuşturmaları,
birbiriyle bağıra çağıra şakalaşan esnaf ve alt geçitteki sidik kokusu bana
kendimi evimde hissettirir. Bir an önce dükkana koşar, patronun bana büyük
siyah torbalar içinde verdiği don lastiklerini ve kadın çoraplarını sırtlanır,
kendimi Kadıköy vapuruna atarım. O an hayattaki bütün amacım sırtımdaki
torbaları Mühürdar’daki dükkana indirip dönüşte de Eminönü’nde yarım ekmek
tavuk taşlık yemektir.
Hani sen
Kadıköy’de iskeleye doğru yürürken, sırtındaki tozlu siyah poşetlerle sana
çarpan uyuz adam var ya… İşte o benim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder