31 Aralık 2012 Pazartesi

İyi yıllar Hacı abi


Hacı abi yılbaşını kutlamıyormuş… Çok da umurumdaydı. Ben de hacı abinin Bayramını kutlamamıştım zaten. Hacı abi yılbaşı ağacı süslemezmiş… Biliyoruz; Hacı abinin ağaçlarla olan ilişkisi onları kesmek ve yerine beton dökmek üzerine kurulu.

Sümerler yaklaşık 6 bin yıl önce gök cisimlerini gözlemleyerek bir yılı 360 eşit parçaya bölmeyi başarmışlar. Yaptıkları takvime göre ekmişler, biçmişler, evlenmişler, ölmüşler. Adamlar 6 bin yıl önce her sene 11 gün geriye gitmeyen bir takvim yaratmışlar yani. Düşünün ki kolunuzda bir saat var ve saat her gün 11 dakika geri kalıyor. Her yere geç kalıyorsunuz, zamanlı hiçbir işinize başlayıp bitiremiyorsunuz ama o saat hala kolunuzda.  Niye? O saati size çok değerli Kudbettin amcanız hediye etmiş, manevi değeri var. Hayatınızın içine sıçmış ama önemli değil…

25 Aralık 2012 Salı

Ançuezli Pizza



Sabah erken kalkmayı severim. Saat 06:30 civarı televizyonda zaping yapıyorum ve bütün ançuezli pizza sever kanallarda kelli ferli, çoğunlukla sakallı bıyıklı adamlar oturmuşlar en uhrevi halleriyle ançuezli pizzadan bahsediyorlar. Vay efendim ançuezli pizza şöyle güzeldir, böyle lezzetlidir, yemeye de doyamazsın falan… Başka bir kanala geçiyorum, ançuezli pizzanın tarihçesi hakkında, ağlamaklı bir yüz ifadesiyle, menkıbeler anlatan hipnotize adamlar. Öteki kanalda ançuezli pizza yemenin teknikleri hakkında  konuşan uhrevi adamlar var; Efenim ançuezli pizza öyle yenmez, böyle yenir. Önce şöyle tutacaksın,  ikiye katlayacaksın, katlamazsan olmaz. Sonra ağzına şu açıylan böyle sokup, şu kadar çiğneyeceksin, eksik çiğnersen olmaz, tam benim dediğim kadar çiğneyeceksin…  Zaplamaya devam ediyorum, ançuezli pizza sevmeyen insanların ne fena insanlar olduğunu anlatan bir dizi var; Kendi hallerinde oturmuş, zavallı bir şekilde ançuezli pizzalarını yiyen insanlara haince kötülük yapan ançuezli pizza düşmanları. 

21 Aralık 2012 Cuma

Bize bir şey olmaz



Yıllar önce yol kenarındaki AİDS’li hayat kadınlarına tebelleş olan tiplere gizli kamera  operasyonu yapmıştı bir haber programı. Taksicinin biri “bize bir şey olmaz anam, atın ölümü arpadan olsun” deyip tarihe geçmişti. 21 Aralık’taki olası kıyamet geyiklerini duydukça aklıma o taksici geliyor hep; Bize bir şey olmaz…

Yıl 1986 – Çernobil patladı, radyasyon yüklü bulutlar bütün Kuzey Türkiye’ye lök gibi oturdu. Bakan Cahit Aral kameralar önünde radyasyonlu çay içip “bize bir şey olmaz” dedi. Sonuç: Karadeniz’de doğum anomalisi vakaları ortalamanın hala çok üzerinde.

20 Aralık 2012 Perşembe

Dedelerin 12 bin yıllık zehri



Geçen gün Şanlıurfa yakınlarındaki Göbeklitepe arkeolojik kazı alanıyla ilgili bir dokümanter seyrettim. 12 Bin yıl önce, daha ortada hiçbir peygamber, tapınak falan yokken,  insanlar doğadan iyice korkmaya başlamışlar ve sanırım illallah diyip din diye bir şey icat etmişler.  Daha tarım bile yapamayan avcı ve toplayıcı insanlar 7 tonluk yekpare taşları oyup, üzerlerine şekiller yaparak dairesel tapınaklar inşa etmişler. Hem bir tane de değil, onlarca adet. Kazı alanının çok küçük bir kısmı ortaya çıkarılabilmesine rağmen bulunanlar tüm antropoloji,  dinler ve inanış tarihini değiştirecek nitelikte.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Feda olsun Devletimize


Yaz gelince köye, dedemizin ninemizin yanına gideriz. Orada herkes güler yüzlü ve sağlıklıdır, çünkü her gün taze yumurta, bal ve tereyağı yerler. Her taraf yeşilliktir ve orada yaşayan herkes halinden çok memnundur. Allah Devletimize, Milletimize zeval vermesin.”

Ne zaman bir ilkokulun önünden geçsem o yaşlardaki kendi halim geliyor aklıma. O yaşta yediğiniz ve aslında yemeniz istenen hayat öyle basit ki… Karşı cinsin sizi beğenmesi veya keskin toplumsal yargıların ağırlığı falan ilgilendirmiyor sizi. Yerlerde sürünen, burnunu karıştıran o çocuklar 7-8 yıllık izole hayatlarında onlara öğretilen ne varsa iştahla tüketiyorlar.  Devlet, olmayan Ütopik bir hayatı zorla iteliyor çocukların kafasına. Herkesin sorgusuz sualsiz itaat ettiği ve mutlu olmanın vatandaşlık görevi olduğu bir ülke… Devletiniz sizin için en iyisini düşünür, siz fazla kafa yormayın sevgili vatandaşlar, her gün size verdiğimiz kekiği afiyetle yiyin ki, etiniz mis gibi kekik koksun.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Sıradan


Üzerinde koyu yeşil enine çizgili t-shirt  olan ve ayağına, gri çoraplarını sergileyen Mahmutpaşa işi 3.sınıf deri sandalet giyen adamım ben.

Her sabah 100 Yıl Mahallesindeki iki katlı gecekondumun ikinci katındaki köşesi rutubetli odamda saat 6 gibi uyanırım. Üzerimdeki, önü sidikten sararmış haki renkli eşofman altını çıkarıp kahverengi kumaş pantolonumu giyerim. Yüzümü falan yıkamaya gerek duymam, ama her sabah hela taşının kenarında durup nalburdan taksitle aldığım yuvarlak aynada kepçe kulaklarıma, övündüğüm badem bıyığıma ve geniş alınlı suratıma bakar, kendimi çok beğenirim.

14 Aralık 2012 Cuma

Kafasız olmak üzerine


Zekanın tanımı “hayatta kalabilme kabiliyeti” olarak tarif edilir çoğu zaman. Hayatta kalan, soyunu sürdüren zekidir, bunu başaramayan da gerizekalıdır yani. Tanım iyi güzel de, hayatta kalmak için yapılabilecekler pek de miğdemizin kaldıracağı cinsten olmuyor bazen. Yaşamımızı sürdürebilmek için neleri göze alabiliriz? En nihayetinde, Hitler de bir ulusun yaşamını garanti altına almak ve sürekliliğini sağlamak için 55 milyon insanı ölüme sürükledi, 2.5 milyon insanın yağından sabun yaptı. Zekice bir hareket mi şimdi bu?

Türkiye’de siyaset, ben kendimi bildim bileli, hayatta kalmaya çalışanların sırtında yürür. Hayatta kalmak için tırmalayan çoğunluk her zaman siyasetin merkezindedir ve her zaman belirleyicidir maalesef. Hayatta kalabilmek için her şeyi, her onursuzluğu, her ilkesizliği yapabilen bu çoğunluğun dış vitrininin aşırı ahlakçı olması da tam bir tezat , fakat olayın doğası açısından da bir gerekliliktir.

13 Aralık 2012 Perşembe

Taksim


Küçükken Taksim’e gitmeyi severdim.  Kalabalık, dilenciler, zenginlik anıtı gibi duran yaşlı binalar ve meydanı egzos dumanı  ile dolduran İETT otobüsleri… Çoğu insan için kabus senaryosu olan bu nitelikler Taksim’in bizzat kendisiydi benim gözümde ve seviyordum onu.
Türkiye’nin ilk McDonalds’ının tam karşı sokağındaki yaşlı bir binada babamın ofisi vardı. En üst kattaki ofis katına çıkmak için kafesli, çift kapılı maun kaplı asansöre binip en üst kata çıkmak bile macera gibi gelirdi bana.  İstiklal Caddesi’nin trafiğe açık olduğu son günlerdi.  Hortum Süleyman caddenin Travestilerini ve kulamparalarını hizaya sokmamıştı daha.