8 Mayıs 2013 Çarşamba

BIRAKINIZ ÇALIŞSINLAR, BIRAKINIZ TÜKETSİNLER


Yeryüzünde yaklaşık 200 bin yıldır insan diye bir haşere var. Ne zaman ki insan iki ayağının üzerine dikilip üç beş kişi bir araya gelmeye başladı, o zaman Dünya’nın dengesi bir daha geri gelmemek üzere bozuldu. İnsan tek başına yaşayamayacak kadar aciz ve boktan bir yaratık aslında. Tek avantajı, kullanabildiği iki adet el ve alet yapmaya yarayan akıl. Var olduğu günden bu yana doyumsuzluk duygusuyla yedikçe daha çok istemiş, üredikçe daha çok tüketmiş.

Dünya’daki ilk nüfus sayımı, daha doğrusu nüfus tahmini 1850 yılında yapılmış ve sonuç  1 milyar. 200 Bin yıllık sürede geldiğimiz tahmini sayı bu. 1950 Yılında bir araştırma daha var ve sonuç 2 milyar. Yani 200 bin yılda varılan rakama 100 yılda varmışız. Bugün ise tahmini rakam 7 milyar. Sanayi Devrimiyle birlikte hem tavşan gibi üremeye, hem de gelişen yaşam şartları sayesinde daha uzun yaşamaya başlamışız. Dönüp geriye doğru bakınca, “ulan biz nasıl düştük buraya” diye sormak geliyor insanın içinden. Bu sorunun tek bir cevabı yok aslında ama, galiba bizi yakan Sanayi Devrimi olmuş. Fabrika ve seri üretim kavramlarına kadar insanlar topraktan sadece altın, gümüş gibi pahalı madenler çıkarırken, birden bire kömür, petrol, demir, bakır falan gibi sanayi tipi madenleri keşfetmiş. O çağa kadar kimsenin umursamadığı topraklar değere binmiş ve oralara sahip olmak için yapılan mücadele sayesinde kan gövdeyi  götürmüş. Bütün mesele ham maddeyi temin etmek, ürüne çevirmek ve satmak. Daha çok, daha çok ve daha çok. Amaç , sürekli bir önceki rakamı aşmak…

Sonuç olarak daha çok üretim için daha çok kaynağı tahrip etmek ve daha çok satmak için de daha çok insan lazım. Geldiğimiz nokta da tam burası zaten. Sanayi devrimi, sınır tanımayan -devlet- gibi şirketler yaratmış ve zamanla globalleşme diye bir kılıf da uydurarak yerkürenin her yanına sümük gibi yapışmışlar. Sanayi Devrimi’ne kadar “yerel” olarak sömürülen insanlar, globalleşme sayesinde “küresel” olarak sömürülmeye başlamışlar. Bir nevi kavimsel çok eşlilik yani. Eskiden sadece bir derebeyi tarafından iğfal edilen insanlar, küreselleşme sayesinde bir den çok -koca- sahibi olmuşlar.

Artık Dünya yavaş yavaş topraktaki kaynakların sonuna geliyor ve tecavüz edilmeyen yerler değere binmeye başlıyor. Global kardeşler bir süredir Kuzey ve Güney Kutbu ile cilveleşiyorlar. Başta petrol, gaz ve kömür olmak üzere, bir çok değerli maden rezervi barındırdığı keşfedilen bu bakir bölgeler aynı zamanda Dünyanın doğal yaşam dengesi için hayati önemde.

Geçtiğimiz günlerde Güney Kutbu’ndaki tecavüze Türkiye’nin de talip olduğunu öğrendik. Konuyla ilgili olarak bir çalıştay toplandı ve Tübitak gibi dini bütün (pardon, bilimi bütün) bir kurumumuz önderliğinde Güney Kutbunda bir “bilimsel” araştırma üssü kurulması gerektiği vurgulandı. Çalıştay’ın en ateşli neferlerinden biri de Prof.Dr. titrine sahip bir bay: Kemal Başlar. Sayın bay Kemal olaya Türkiye’nin 90 yıllık sindirilmişliğinden giriyor, ülkemizin Dünya’da yükselen itibarından (bu laftan da tiksiniyorum artık) çıkıyor, bilimsellikten, küresellikten falan bahsediyor  sonra’da işi dönüp dolaştırıp “la oğlum nepçim madenler var Güney Kutbu’nda biliyon mu sen” e bağlıyor. Pek Sayın Bay Kemal ne iş yapar diye sorarsanız, kendisi hukukçu  ve Polis Akademisi’nde ders veriyor. Konuyla bilimsel alakası sıfırın altında yani. Ama olsun, ülkemizin genel konsepti  “biz biliyoruz da mı oynuyoruz” kıvamında olduğu için Bay Kemal bu iş için biçilmiş kaftan.

Daha iyi yaşamak için, daha çok tüketmenin öğretildiği bir Dünya’da devir Kemal Bey’lerin devri. Allah her devletin idari kadrosuna Kemal bey abimiz gibi nimetler versin. Versin ki, insanlık 8 silindirli arabalarına koyacak benzin, 120 ekran plazma Tv’lerini çalıştıracak daha çok elektriğe kavuşsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder